Ümran Avcı – “Yediler Teknesi” kitabıyla Vedat Türkali Edebiyat Ödülleri’nde roman dalında Jüri Özel Ödülü’ne değer bulunan Abdullah Aren Çelik, “Revan” ile devam etti yoluna. Çelik, Osmanlı’nın Anadolu Türkmenlerinin iskân politikasına “Ferman Padişahın Dağlar Bizimdir” diyerek karşı duran Dadaloğlu ile Yaşar Kemal’in ‘Kürtlerin Homeros’u” diye andığı Evdal’ın savaş meydanında kesişen hikâyesini anlatıyor romanında. Abdullah Aren Çelik ile fermanlara kafa tutan Dadaloğlu’nu, Çukurova’da, Osmanlı otoritesine yönelik başkaldırı sürecinde isyanı bastırmakla görevli Sürmeli Mehmet Paşa’nın dengbeji Evdal’ı, edebiyatı ve âşık geleneğini konuştuk.
■ Sırtını tarihe yaslayan bu hikâye nasıl çıktı ortaya?
Yılmaz Varol’un “Cemal Süreya ve Arkadaşları” kitabının üçüncü bölümünde, Yaşar Kemal’in iki büyük halk ozanı olan Dadaloğlu ve Evdal hakkında yazdıklarını okudum. Yaşar Kemal bu iki ozandan o kadar etkilenir ki onlar gibi olmak istediğini söyler. Dadaloğlu için Türk tarihinin en büyük başkaldırı şairi, Evdal için de ‘Kürtlerin Homeros’u ifadesini kullanır. Sanırım bu iki halk ozanını merak etmek için yeterli bir neden. Varol kitabında kesin olmamakla birlikte Evdal ile Dadaloğlu’nun Kozan isyanında karşı karşıya geldiğini anlatır. Kürtlerin Homeros’u ile Türklerin en büyük başkaldırı şairi karşı karşıya. Savaşta bile olsalar onları yalnızca ellerinde tüfekleriyle değil, sahip oldukları hünerleriyle anlatmam gerektiğini düşündüm. Ortaya bir tarih anlatısından çok iki şairin “Revan”da buluşan ve kesişen hikâyesi çıktı.
■ Yaşar Kemal ile Evdal arasındaki ilişkiyi sizden dinleyelim mi?
Yaşar Kemal’in halk ozanlarına duyduğu sevginin ve yaşamını ilkeli bir çizgide sürdürmesinin temelinde Evdal’ın anlattığı halk hikâyelerin payı çoktur. Kemal’in babası öldürüldükten sonra yoksulluk nedeniyle Adana’dan ayrılmak zorunda kalır. Öğretmeni onun için Adana’nın zenginlerinden para toplar. O bu olayı işitince gizlice şehri terk eder. Yıllar sonra “Oysa ben Evdalê Zeynikê’nin diz çöküp destanlar söylediği bir evdendim. Böyle bir parayı nasıl kabul edebilirdim!” der. Ne zaman okusam boğazım düğümlenir. Sanırım bize de onları ve yazanlarını bu şekilde yâd etmek kalır günün sonunda.
■ Dadaloğlu, Karacaoğlan, Âşık Veysel, Köroğlu’nu ezber ettik ve fakat kadın âşıkların adından söz edilmedi pek. Neyse ki “Revan”da anıyorsunuz.
Âşık geleneğinde erkek âşıklar daha çok öne çıkar. Bunun nedeninin erkek egemen düşüncesinin toplum üzerindeki hâkimiyeti olduğunu düşünüyorum. Erkek dünyasının egemen olduğu bu şiirlerde bildiğiniz gibi aşkın öznesi genellikle kadınlar oluyor, onların da temsil ediliş biçimleri arzulanan, acıya neden olan, nefret edilen, sevilen, uğruna savaşılan şeklinde. Dolayısıyla kadına biçilen bu toplumsal roller nedeniyle, kadın âşıkların âşıklık geleneğinin bir parçası olmasını zorlaştırdığını düşünüyorum. “Revan”daki kadın âşık kısmını kadını cinsiyetçi bakış açısından azade tutarak, bir nebze de olsa bu egemen bakışı kırmak istedim.
■ Dadaloğlu’nun, Sürmeli Mehmet Paşa’nın yanındaki Evdal’a “Halkının ozanı ol” sözü ne kadar anlamlı.
Halk ozanı, halkı için türküler söyler, stranlar okur, sanatını halkı için icra eder. Romanda Dadaloğlu’nun Evdal’a söyledikleri aslında zamanı aşan sözlerdir. Belki klişe olacak ama şunu söylemeden geçmeyeyim; kendine ve halkına yaslanmayan hiçbir sanatçı ayakta kalamaz. Çünkü bir sanatçının ayakta kalabilmesi için bir iskeletten fazlasına ihtiyacı vardır, bu da kökleri, hikâyeleri, destanları, deyişleri yani yaslandığı halkından başkası değildir.
‘Edebiyat, şiir, sanat bir aktarım aracıdır’
■ Evdal ve Dadaloğlu, birer sözlü tarihçi olarak kovgunda yaşananları, ölenleri, zulmü, koleranın kırıp geçirdiği insanların hikâyeleri unutulmasın diye köy köy, kasaba kasaba geçtiği yerlerde anlatıyor…
Edebiyat, şiir, sanat bir aktarım aracıdır, insanlara ait olanı yine onlara estetize ederek aktarır. Kaydı tutulmayan pek çok toplumsal olayın, kültürün, dilin, inancın tarihi silinip gitmiştir. Bunda tarihi yazanların, kazananlar olmasının payı çoktur elbette. Toplumlar yaratılan tarihsel ve kültürel belleklerle ayakta kalır. Millet olmanın, dahası güçlü olmanın en önemli yapı taşlarından biri belki de oluşturulan bu toplumsal belleklerdir. Bunun da topluma ait tutulan kayıtlarla mümkün olabileceğini düşünüyorum. Edebiyat ve sanat bu açıdan toplumların kaydını tutmak, belleğini oluşturmak için önemlidir. Dadaloğlu’nun, Evdal’ın anlattıklarının büyük bir kısmı bugünlere kalmış değildir. Aslında bir yanıyla “Revan”da bunu yapmak istedim. Romanda insanların yaşadıkları yerleri, beslenme koşullarını, giyim kuşamını anlatmaya çalıştım. Hatta âşıkları, aşkları, dini ritüelleri, inançları, korkuları, kavgaları, gündelik yaşama kadar her şeyi anlatmaya çalıştım.